Yeryüzünde bir sürgün: Cesare Pavese
Posted: 7 Ocak 2019 Pazartesi by bülent usta in
0
Dünya ve İtalyan edebiyatının önde gelen yazarlarından Cesare
Pavese, 9 Eylül 1908’de doğdu, tam 110 yıl önce. Günlüklerinin derlenmesinden
oluşan “Yaşama Uğraşı” adlı kitabında yazmıştı, Roma yıkıntılarıyla
yamaçlardaki kuru otların çocukluğu ile “doğumdan ölüme kadar tutarlı, kendine
özgü bir dünya” kurduğunu. Kendi yaşamı ve edebiyatı arasında da, Roma yıkıntıları
ve yamaçlardaki kuru otlar arasındaki gibi bir bağ olduğunu görürüz. 27 Ağustos
1950’de intihar etmesi de sanki o bağın, bağlantının bir ürünüdür.
Cesare Pavese, Türkçede daha çok romanlarıyla tanınır, ama
öykü, şiir ve İtalyancaya yaptığı çevirileri, deneme ve eleştiri yazılarıyla
çok yönlü bir edebiyat insanı olduğu kuşku götürmez bir gerçek. 110. doğum
yıldönümünde, edebiyatımızı derinden etkileyen Pavese’yi, ölümüyle değil,
doğumuyla analım istedik.
Aşk ve Ölüm
Pavese’yle ilgili literatüre bakınca, edebiyat
çalışmalarından çok, intiharıyla ilgilenildiğini görürüz. Hakkında yazılmış
kitap, dünya ve İtalyan edebiyatına yaptığı katkı düşünülünce çok az. Zorluklarla edebiyat kariyerinin zirvesine
ulaşıp prestijli bir ödül alır almaz hayatına son vermesi, şaşırtıcı gelmiştir
herkese. Ama günlüklerini, “Yaşama Uğraşı”nı okuyanlar, edebiyatı ve yaşamı
böylesine ciddiye alan birinin ölümle ilgili düşüncelerini okuyunca, intiharın
kaçınılmaz bir son olduğu fikrini kolayca edinir: Ölüm ister istemez olağan
nedenler yüzünden gelecektir. Bu kaçınılmaz sonu insanın tüm hayatı hazırlar ve
yaümurun yağışı gibi doğal bir olaydır bu. İşte bu düşünceye bir türlü boyun eğemiyorum.
İnsan neden dilediği gibi, kendi seçme hakkını kullanarak, ona bir anlam
vererek arayamaz ölümü? Bunu yapamaz da ölmeyi bekler elleri baglı? Neden?
Neden şu: insan bir gün daha, bir saat daha yaşarsa, ölmekle yitireceği seçme özgürlüğünü
kullanma firsatını elde edebilir düşüncesi ya da umuduyla hep geri bırakır bu
kararı. Kısacası -burada kendi adıma konuşuyorum- nasıl olsa daha vakit olduğunu
düşünür insan. Böylece ecel gelip atar ve belli bir nedene dayanarak hayatta en
önemli eylemi gerçekletirmek gibi bir firsat kaçırılmış olur.” Aynı sayfanın
dibindeyse, “aşkla ilgili bir düşünce” diyerek şöyle yazar: “Senin kardeşin
olarak doğmuş olmayı ya da seni dünyaya kendim getirmiş olmayı isteyecek kadar çok
seviyorum seni.” Ölümden bahsettiği satırları, aşkla ilgili bir düşünceyle
bitirmiş olması, pek çok şeyi açıklar aslında. Aşk, bildik anlamda bir aşk
değildir onun için, psikanalatik yaklaşımla açıklanabilecek, yaşamla kurulmuş
derin bir bağdır aşk, kavuşamadığı…
Pavese’nin romanlarında kadınların ve kadın bedeninin, özel
bir yeri yer vardır, söz konusu sadece bir beden değildir, ısısı ve renkleriyle
bir coğrafyadır âdeta. Kadınlar, kadın bedenleri, erkekler tarafından tıpkı
doğa gibi sömürülürler. Pavese, kadın cinselliği ve annelikle sürekli bir uğraş
içindedir. Günlüğüne şöyle yazar “anne”yle ilgili: “Bir kez daha dünyaya
gelirsen, annene bağlılığın bile ölçülü olmalı. Yoksa yitirmekle kalırsın.”
Pavese denilince Türk edebiyatında akla ilk Tezer Özlü
gelir; Prag’da Kafka’nın, Trieste’de Svevo’nun, Torino’da Pavese’nin izini
sürdüğü “Yaşamın Ucuna Yolculuk” kitabı, bir de Pavese’nin doğduğu köye,
Belbo’ya gidişini anlattığı “Zaman Dışı Yaşam” adlı senaryosu… Neydi Pavese’de
Tezer Özlü gibi pek çok yazarı ve okuru çeken şey? İtalyan edebiyatı denilince,
Svevo ya da Calvino’dan bile önce neden Pavese’nin adı akla gelir ilk?
Melankolik Varoluş
Cesare Pavese, bir memur çocuğu olarak, Santa Stefano Belbo
adlı bir köyde dünyaya geldi. Beş kardeşin en küçüğüydü. Altı yaşındayken
babası, beyin tümöründen öldü. Annesi
Consolina’nın ruhsal sorunları vardı, ailenin bütün yükünü sırtlayınca despot
ve soğuk birisine dönüşmüştü. Pavese, bu yüzden çocukluğundan itibaren derin
bir yalnızlık içinde buldu kendini. Eserlerine de yansıyan melankolik ruh
halini, çocukluğunda yaşadığı bu yalnızlıkla ilişkilendirir edebiyat
tarihçileri. Yaşadığı aşk acılarındaki şefkat arayışı, çocukken yaşadığı bu koşullarla
ilgiliydi belki de. Pavese, çocukluğun dünyayla ilk temas olmasından dolayı
belirleyici gücünden bahseder sık sık.
Ilk eğitimini Belbo’da aldıktan sonra, ailece taşındıkları
Torino’da liseyi okurken öğretmeni olan yazar Augosto Monti’den etkilendi.
Monti, Mussolini karşıtı bir entelektüeldi. Yine o yıllarda, Amerikan
edebiyatıyla tanıştı ve Torino Üniversitesi’nde Walt Whitman üzerine tez yazdı.
Pavese’nin çevirmen kimliği de o yıllarda gelişecek ve İtalyancada okurlar ilk
defa Herman Melville’i, James Joyce’u, William Faulkner’ı, Charles Dickens’ı,
Gertrude Stein’ı, John Steinbeck’i, John Dos Passos’u, Daniel Defoe’yu, onun
çevirilerinden okuyacaklardı. Bu yazarları Pavese, özellikle seçmiş, ağır
baskıcı bir ortamda, çevirdiği bu yazarlar aracılığıyla özgürlükçü yeni
fikirlerin ve anlayışların İtalyan edebiyatını etkilemesini arzulamıştı. Mezun
olduktan sonra kendini bütünüyle edebiyata adadı, ama İtalya’da faşizmin
yükseldiği o günlerde (1935) tutuklandı ve üç yıl hapse mahkûm edildi, bir yıl
yattı. Cezaevindeyken de çeviri yapmaya, yazmaya devam etti. Ona göre,
edebiyatta en verimli dönemler, yoğun çalışan bir çevirmenler kuşağı sayesinde
gerçekleşirdi.
Torino Olmak
Torino, Pavese’nin edebiyatını ve kişiliğini derinden
etkilemişti. Kahire’nin Necip Mahfuz’u ya da Paris’in Balzac’ı etkilemesinden
farklıydı Torino’nun Pavese üzerindeki etkisi; daha çok Yaşar Kemal’in
Çukurova’nın Toroslar’ın taşından toprağından etkilenmesine benzer. Pavese’in
öykü ve romanlarında anlatıcı, Torino manzarasından ayrı düşünülemez.
Pavese’nin ilk olarak şiirlerini yayımladı, 1936’da.
Günlüğünden de şiirle ilgili nasıl yoğun bir çalışma içinde olduğu anlaşılır.
Eleştirmenler, onun şiirlerinde radikal bir bireysellik bulmuştu, dönemin
edebiyat anlayışının dışında bir dil kullanıyordu, bireysel olanla toplumsalı,
geçmişle şimdiyi kaynaştıran, kişisel bir mitoloji yaratıyordu. Günlüğüne şöyle
yazmıştı şiirle ilgili: “Çalışmak Yorar’ın Torino'yla, daha açıkçası, insanın bırakıp
gittigi, sonra da yeniden döneceği bir yer olarak Torino'yla ilgili şiirlerle başlayıp
bitmesi bir rastlantıdan başka bir şey değil. Bu kitabımın Santa Stefano
Belbo'nun bir uzantısı, bir çeşir Torino'yu ele geçirişi olduğu da
söylenebilir. ‘Şiir'in çeşitli açıklamalarından biri de budur. Koyün kente, doğanın
insan hayatına, çocuğun adama donüşmesi. Gördüğüm kadarıyla, 'S. Stefano'dan Torino'ya' bu
kitap için düşünülebilecek bütün anlamların bir mitosudur.
Trajik Düzey
Pavese, şiirinde “trajik düzeyde varolma”nın peşindeydi,
günlüğüne şöyle yazmıştı 1936’da: "Çıkarılacak ders şu: Sanatta da,
hayatta da yapı kurmak, hayattan olduğu gibi, sanattan da zevk düşkünlüğünü
kovmak; trajik düzeyde varolmak.” Pavese’ye göre, zevk ya da haz için değildir
edebiyat, içtenlikle kendini yaşamın akışına bırakmaktı. Tezer Özlü gibi
yazarları kendisine çeken de bu özelliği olsa gerek.
Pavese’nin edebiyatla ne yapmak istediğini, sonradan en ünlü
eseri olan günlüklerinin derlenmesiyle oluşturulan “Yaşama Uğraşı”ndan
anlıyoruz. Aslında hayattayken günlüklerinin yayımlanmasına izin vermemişti.
Italo Calvino, onun şiirlerini değerlendirirken şöyle yazmıştı: “Pavese, ne
yazık ki çağdaş edebiyatın çok seyrek örneğini verdiği bir edebiyata
yönlendiriyor: yani her ilişkide, dizelerinin her hareketinde içsel
güdülenmelerden ve evrensel nedenlerden oluşan son derece bütünlüklü ve kesin
bir anlamı yoğunlaştıran büyük tragedya yazarları gibi okunmak istiyor. Tümüyle
yitirdiğimiz bir gerçekliğe girme, onu yaşama ve yargılama tarzı; ve Pavese’nin
bugün dünya edebiyatındaki benzersiz değeri, kendi yorucu ve yalnız yollarından
buna ulaşmış olmasında yatıyor.”
Yorucu ve yalnız bir yol bulmuştu kendisine Pavese. Yazdığı
şiirlerin taslakları, o kadar düzeltiyle doludur ki, dili ve hayatı damıtmak
istiyormuş izlenimi verir. Gerçeklik hakkında bir şiirinde şöyle der örneğin: “En
sevdiğim şeylerin en derinlerinden / yarattım onu ve onu anlayamıyorum…”
Yalnızlık
Pavese, cezaevinden çıktıktan sonra, Torino’dan arkadaşı Giulio
Einaudi’nin kurduğu Einaudi Yayınevi’nin editörlüğünü yaptı. Yayınevi, Pavese
sayesinde İtalya’nın en prestijli yayınevlerinden birisi oldu kısa sürede. Sadece
çevirdiği Melville, Dickens gibi yazarları değil, Freud, Jung, Durkheim gibi
düşünürlerin de kitaplarını yayımlatmıştı. Italya’da baskıcı yönetime rağmen,
kendisini tamamen işine adamış gibi görünür, sessizce çalışır, 1938 ile 1941
arasında kendi eserlerini yayımlamaz. Ardından 1941 ve 1942’de peş peşe iki
roman yayımladı, “Senin Köylerin” ve “Plaj”.
Mussolini’nin ölümü ve II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin
ardından, Pavese siyasette yaşadığı hayal kırıklıkları yüzünden yalnızlaşmıştı.
1946 ve 1947’de üç kitap yayımladı, öykü kitabı “Ağustos’ta Tatil”, romanı
“Yoldaş” ve anlatısı “Leuko ile Söyleşiler”… Eleştirmenlerin çoğu ve Pavese’in
kendisi, “Leuko ile Söyleşiler”i başyapıt olarak kabul eder. Odysseus ile
Kalypso arasında şöyle bir diyalog geçer:
“ODYSSEUS: Ama ölümsüz değil miydin?
KALYPSO: Ölümsüzüm, Odysseus. Ölme umudum yok. Yaşama umudum
da. Ânı kabul ediyorum. Siz ölümlüleri benzer bir şeyler bekliyor, yaşlılık ve
özlem. Neden başını yaslamak istemiyorsun benim gibi, bu adanın üzerine?
ODYSSEUS: Vazgeçmiş olduğuna inansam, yapardım bunu. Ama sen
de her şeyin hâkimi oldun, bana, bir ölümlüye gereksinimin var, katlanmana
yardım etmesi için.
KALYPSO: Karşılıklı bir iyilik, Odysseus. Paylaşılmadığında,
gerçek bir sessizlik yoktur.”
Pavese, II. Dünya Savaşı’nın etkisini üzerinden atamamıştı,
melankolik ve hassas yapısının da etkisiyle, bireyle toplum arasındaki
çatışmayı ve insanlığın kaderini derinlemesine tartışan eserler yazdı. Şiddet,
erkekle kadın, İtalya’nın kuzeyi ve güneyi arasındaki gerilimler, öne çıkan
temaları olmuştu.
Sabahı Kaplayan Acı
Pavese, 1949’da Amerikalı bir oyuncu olan Constance Dowling
ile tanışıp âşık olacak ve bir yıl sonra ayrılacaktı. Peş peşe başka aşklar
yaşadı ve bu süreç melankolisini iyiden iyiye arttırmıştı. 1950’de artık
edebiyat kariyerinin zirvesine ulaşmıştı. “Yalnız Kadınlar Arasında” romanıyla
Strega Ödülü’nü aldı. Ödülü aldığı gece, Torino’daki bir otel odasında 21 adet
uyku hapı içierek intihar etti. Tezer Özlü,
“Zaman Dışı Yaşam”da bu acı olayı detaylıca anlatır. Intihar etmeden
evvel, günlüğüne şöyle yazmıştı: “Artık sabahı da kaplıyor acı.”
“Yaşama Uğraşı”nda Pavese, intihar düşüncesini şöyle
açıklar: “'48-49'daki mutlulugumun hesabı görüldü. Bu soylu mutlulugun
gerisinde şu vardı: Güçsüzlüğüm ve hiçbir şeye bağlanmayışım. Şimdi, kendime göre,
girdabın içine girdim: güçsüzlüğümü seyrediyor, onu iliklerimde hissediyorum,
beni ezen siyasal sorumlulugu yükleniyorum. Bunun bir tek çözümü var: intihar.”
Pavese, çocukluğunda yaşadığı yalnızlık, gençliğinde
karşılaştığı siyasi baskı ve hapis hayatı, tanık olduğu dünya savaşının
etkileri yüzünden mi intihar etmişti? Calvino, “Klasikleri Niçin Okumalıyız?”da
Torino’nun da bu intiharda etkisi olduğunu yazar: Doğduğu aşağı Piemonte’nin
tepelik bölgesi ‘Langa’ yalnızca şarapları ve mantarlarıyla değil, aynı zamanda
köylü ailelerin salgın halinde
tutuldukları umutsuz bunalımlarıyla da ünlüdür. Diyebiliriz
ki, hemen
her hafta Torino gazetelerinde, kendini asan ya da kendini
hayvanları
ve aileleri de içindeyken çiftlik evini ateşe veren bir
çiftçi haberi yer alır.”
Tezer Özlü’nün “Zaman Dışı Yaşam” adlı eserindeki Pavese’den
alıntılardan birisi şöyledir: “Zaman zaman hiçbir şey yaramaz haber bültenlerini
dinledikten sonra, penceremin kenarında dışardaki terk edilmiş üzüm
bağlarına baktığımda, raslantılardan oluşan bir yaşamın yaşam olmadığını
düşünüyorum. Ve kendi kendime gerçekten rastlantılardan sıyrılıp sıyrılmadığımı
soruyorum.”
Edebiyat ve Yaşam
Bütünüyle kendisi olmak isteyen bir yazar Pavese. Tezer
Özlü, Torino’ya giden bir trende tek başına otururken şöyle düşündüğünü yazar:
“O anda edebiyatın, yaşamın kendisinden daha canlı olduğunu kavrar ve
edebiyatın doğmasının nedeninin de bu olduğunu düşünür. O ana kadar o yaşamın
daha canlı birşey olduğuna inanmıştır. Ama edebiyat daha çok yaşam, daha
çok aşk, daha çok duygu, daha çok ölüm yüklüdür.”
Pavese ve Tezer Özlü için, edebiyat, yaşamdan daha önemli ve
daha çok ciddiye alınabilecek bir şeydi. Ama yine de Pavese’nin eserlerinden
çok kişiliğine yönelik ilgi, pek çok edebiyat eleştirmenini rahatsız eder.
Pavese, İtalyan şiirini, akademik ve biçimsel açıdan etkilemiş, öykü ve romanda
da bambaşka bir gerçekçilik kurmuştu.
Pavese’nin öyküleri ve romanlarının güncelliğini
yitirmeyişindeki en önemli etken gerçekçiliğiydi; ama bu gerçekçilik kalıpları
kabul etmeyen, entelektüel bir anlatıcının gözünden köylülerin, emekçilerin,
fahişelerin, yarı düşsel yaşamlarına pencereler açan bir gerçekçilikti. Alttan
alta, sürekli bir gerilimin olduğu bu eserler, anlatıcının, yani Pavese’nin kendi
hayatını ele geçirme çabasıyla örtüşür bir bakıma, ele geçirmeye çalıştıkça
avuçlarından kayıp giden. Bu yüzden her zaman bir yalnızlık vardır eserlerinde,
kuşkuyla ve belirsizliklerle mücadele eden. Öykü ve romanlarındaki dış dünyaya
ait karakterlerin ne olursa olsun yaşamak için
gösterdiği çabayla anlatıcının tavrı bu açıdan zıttır ve bu yüzden
eserlerinde çoksesli, çok katmanlı bir yapı vardır her zaman. Anlattığı her
şeyde, gerçeklik hissini güçlendiren detaylara önem vermesi, belki de onun
edebiyatının en güçlü yanı, hiçbir cümle öylesine yazılmamıştı.
Tezer Özlü, “Zaman Dışı Yaşam”da, Pavese’nin ağzından şöyle
yazar: “İnsan olabilmek bambaşka bir olgu. Şans, cesaret istek gerektiren
bir olgu, özellikle dünyada başka hiç kimse yokmuş gibi yalnız kalabilme
cesaretini gerektiren bir olgu..."
Pavese, yalnız kalabilme cesaretini, belki de edebiyata
borçluydu. Ama onun edebiyattan anladığı başka bir şeydi, bir yazar dostunun
eserleri için “yazdıkları edebiyat olmaktan kurtulamamış” diyordu örneğin.
Edebiyatı, edebiyat olmaktan kurtarmayı kendine dert edinmesiydi, muhtemelen
eserleri böylesine güçlü olamayacaktı.
Kaderin Kozmik
Cilvesi
Pavese, her zaman umutsuz değildi; II. Dünya Savaşı
yaşanmasaydı, belki de daha uzun bir hayat sürmeyi göze alacaktı. Savaş
çıkmadan bir yıl evvel, şu satırları yazmıştı: “Şu geçen 1937 yılında 1936’nın
yıkıntılarını onarmayı başardım; o korkunç çökünyü (1935-1936) olgunluğa giden
yolda rastlanan basit bir bunalıma dönüştü. Ne gariptir ki, gene daha bir süre
beni oyalayacak, yüreğimi titreten bir sevdaya tutuldum; yeniden kendimi şiir
yoluyla anlatmayı denedim ve ‘Sarhoş Yaşlı Kadın’la başarıya ulaştım; belli bir
dergide sağduyusu olan bir eleştirmen olarak sağlam bir ün kazandım; hepsi
önemli ve umut verici, biri ise oldukça başarılı birtakım uzun hikâyeler
yazdım. Yaratma ritmini yeniden yakaladım. Çevirdiğim dört kitaptan 6.200 liret
kazandım, epeyce ders verip bir sürü öğrenci buldum. Aynı şeyleri 1938’de de
yapabileceğimden umutluyum. Geleceğe umutla bakmanın pek sırası değil, çünkü
savaş çıkıp hepimizi havaya uçurabilir. Bu kaderin kozmik bir cilvesi olur
doğrusu. Böyle saçma bir şakayla karşılaşmayalım da, ben kendimin de, onun da,
her şeyin de hesabını vermeye razıyım.”
Hayatında her şey yoluna girmişken “kaderin kozmik cilvesi”,
herkesi havaya uçuracak saçma bir şaka olan II. Dünya Savaşı çıktı. “Her şeyin
hesabını vermeye hazır” Pavese’nin intiharını hazırlayan süreç de başlamış
oldu. Çeviri yaparak ve ders vererek geçimini sağladığı ve yazdıklarıyla
başarıyı yakaladığı için mutlu olan Pavese’nin “insan olmak”la ilgili
düşüncesini dile getirirken neden “şans”a önem verdiğini daha iyi anlıyor
insan. Pavese göre, “şans” pek insandan yana değildir. Bilimin göz kamaştırıcı
gelişmelerini o yıllardan görerek şöyle yazar günlüğüne: “Yarınki bilimin göz
kamaştırıcı vaatlerinin seni korkuttuğunu ve bunların boşa çıkmasından büyük
sevinç duyacağını kabul etmelisin. Bilim öldürücü savaş silahları yarattığı
için değil (bu silahlara karşı bir savunma nasıl olsa her zaman bulunacaktır;
üstelik, senin canını sıkan insanların öldürülmesi değil: İnsan ölmek için
gelir dünyaya), bilim bir gün insanın kişisel ve fiziksel hayatı üzerinde de
buna benzer baskı yolları getireceği (içtenlik testleri, kısırlaştırma vb.);
insanın yerini tutacak şeyler bulacağı (robotlar); ya da özel ve fiziksel
hayatına yön vermeye kalkışacağı (yapay dölleme, davranışların
sınıflandırılması, hareketlerin Taylor yönetimine göre sayılarla denetlenmesi
vb.) ve böylece hayatın yaşanmaya değmez bir nitelik alacağı için. Geleceğin
romanlarının tipik sonuçları, aslında, bu çizgilere göre yaşanan oldukça sıkı
bir denetim altındaki bu hayatın betimlenmesinden başka bir şey değildir: baş
belası durumun doruk noktaya varışı ve bu yüzden yığınların zincirlerini
koparmışçasına birbirlerini öldürmeleri, çıldırmaları, bir karabasandan
kurtulmaya çabalamaları. Kısacası, kılıçla ya da ölüm ışınlarıyla ölmek bir şey
değil; korkunç olan bilimsel olarak yaşamak…”
Bilimsel yaşam, Pavese’ye göre daha çok yabancılaşma ve
kontrol altına alınmaydı ve öngörüleri günümüzde birer birer gerçekleşiyor,
geleceğin romanları için söyledikleri de…
Tezer Özlü, “Yeryüzüne Dayanabilmek İçin” ve “Zaman Dışı
Yaşam” kitaplarında Pavese’den şu alıntıyı tekrarlayıp durur, sanki ölüme karşı
gelmek için: "Yaşanılacak bir yaşam vardır. Üzerine binilip dolaşılacak
bisikletler vardır. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak
günbatımları vardır."
Bülent Usta, Milliyet Kitap, Eylül 2018