Centuria - Yüz Küçük Irmak Roman

Posted: 10 Ocak 2014 Cuma by bülent usta in
0

Öyle bir roman düşünün ki, her biri daktilo kâğıdından biraz büyük bir sayfayı dolduracak şekilde yazılmış birbirinden bağımsız yüz ayrı parçadan oluşsun ve her parça kendi içinde ayrı bir bütün oluşturabilirken, yüzü bir araya gelince bir başka bütün oluşturarak roman ortaya çıkarsın. Zor mu gözüküyor? Roman yazmak bile başlı başına zor bir uğraşken, her biri bir roman olabilecek yüz ayrı parçadan bir roman ortaya çıkarmak, herhalde imkânsız gözüken bir uğraş olarak gelecektir pek çok kişiye. Ama bunu İtalya’nın avant-garde edebiyatının öncülerinden, eleştirmen, denemeci, şair ve romancı Giorgio Manganelli başarmış. Hem de öylesine iyi başarmış ki, 1979 yılında yayımlanmış bu romanın öncü misyonu, 2007’lerde bile kendisine hayran bırakarak sürüyor.

“Centuria”, Roma lejyonlarının yüz kişilik birliklerine verilen Latince bir isim. Bu isim, Nostradamus’un dörtlüklerini topladığı kitabında ve Boccalini’nin bir eserinde de gözükmüş, ama Manganelli’nin kitabına bu ismi seçerken tam olarak kimden ve nasıl etkilendiği belli değil.

Calvino’nun katkıları ve öncülüğüyle “Centuria”nın Fransızcaya çevrilmesi, Manganelli’yi dünyaca ünlü bir yazar yapmıştır. Özellikle Calvino’nun romanı yere göğe sığdıramayan bir de önsöz yazması, tüm Calvino takipçilerinin dikkatini bu roman üzerine çekmiş ve uzun süre “Centuria” üzerine bitmek tükenmeyen tartışmalar yaratmıştır.

Peki neydi “Centuria”yı bu kadar ünlü yapan özellikler? Öncelikle her parçanın bir mikrokozmos olması ve bir araya gelerek romanı (makrokozmosu) tamamlıyor oluşu, o güne kadar gelen roman yazma biçimleri ve kurgusu üzerine ciddi bir tartışma başlatmış ve farklı bir kurgu modeli olarak büyük bir yenilik getirmiştir. Ayrıca, parçaların tümünde roman karakterlerine bir isim vermek yerine, onları anonimleştirerek, bir kadın, bir adam, bir şövalye, bir hayalet şeklinde kurgulaması, tüm karakterleri makrokozmos içinde ortaklaştırmış, kendi mikrokozmoslarında da birbirinden ayırmıştır. Her parçanın kendi başına bir bütünlük sergilemesi ve hepsinin bir araya gelerek bir başka bütün oluşturmasının gizlerinden birisi de bu yöntemdir. Bu parçaları (anlatıları) bir araya getirebilen diğer bir özellik de benzer bir duygu ve yazım tekniğiyle yazılmış olmaları. Tüm parçalar birbirinden farklı şeylerden bahsetse de, yarattığı duygu ortaklığı ve gerçekliğin bir başka yönünü ve ayrıntısını ele almaya çalışması, kesintisiz bir okumayı olanaklı kılıyor.

Gerçekliğin farklı parçalarını ve ayrıntılarını ele alıyor derken, düşle gerçeğin, canlılarla ölülerin, masallara özgü hayvanlarla sıradan insanların birbirinin içine geçtiği tutarlı bir mantık ve inandırıcılıkla yazılmış olan bu anlatılar, bizi kendi bütünlüğü içinde kaldığımız sürece şaşırtmak ve romana yabancılaşmamızı sağlamak yerine, aslında gerçekliğin tüm bu gerçek-“üstü, ötesi ya da dışı” kurgu ve kavramlarla bir bütün olduğu hissini veriyor. Bir fantezi okuyormuş gibi hissettirmeyen bu teknik, daha çok peşine takıldığımız bir ayrıntı ya da düşüncenin bir başka boyutunu keşfetmemize yardımcı oluyor sanki.

Alegorinin, ironinin, eğretilemenin her türlüsünün bolca kullanıldığı ve barok bir anlatıma sahip bu metinlerin bir diğer amacı da okurun düş gücünü harekete geçirerek, kendisini okurun zihninde yazdırmaya devam etmesi. Metinler, hem inanılmaz yalın, hem de inanılmaz dolambaçlı tasvirlerle, hem kolay okunur olma özelliği, hem de dönüp dönüp okunması gerekli zor metinler olarak karşımıza çıkıyor.

Üçüncü anlatı şöyle başlar: “Son derece titiz olan bir adam ertesi gün öğleden sonrası için üç randevu vermiştir: Birinci randevu sevdiği kadına, ikincisi sevebileceği bir kadına, üçüncüsü de, kısaca söylersek, hayatını ve belki de aklını borçlu olduğu bir dostuna.” Bu üç kişiden ikincisi, yani sevebileceği kadın, onu sevmez. Adam da “onu sözcüğün gerçek anlamıyla sevmez”, ama “sonuçsuz kalmaya mahkûm bu olasılıktan zevk aldığını fark eder.” (syf.20) Bir adamın titiz olmasının, sevme şekli ve sevmeye dair düşüncelerini nasıl etkilemektedir? Beşinci anlatıda “hiç kimseyi öldürmemiş olan bir adam”ın “adam öldürmekten mahkûm edil”mesini, ama bu mahkûm edilişin o adamda yarattığı ayrıcalığı, yani kendisini savunma ihtiyacı bile duymadan mahkûm olmasının ona nasıl “nesnel bir deliliği” kazandırdığını, üstelik bu deliliğin “yapısal bir delilik” olduğunu keşfetmesini ve yaşadığı çelişkileri okuruz. (syf.24) Yirmi dokuzuncu anlatı da karşımıza saat 8’den saat 9’a geçmeye çalışan keten pantolonlu bir adam çıkarken, 65. anlatıda ejderhayı öldüren bir şövalyenin öldürdüğü ejderha aracılığıyla kendisiyle hesaplaşmasını okuruz. Doksan dokuzuncu anlatı ise, uykusuzluktan yakınan bir adamın uyumak için kendisini dünyanın dışına nasıl yolladığına tanık oluruz. “Zengin beylerin rüyalarında yarı matrak yarı tehditkâr” (syf. 72) gezinen yaşlı profesöre ne demeli?


Manganelli’nin bu romanını, özellikle bilinçaltını deşeleyen yapıtlardan hoşlananların kaçırmaması gerekir. Ayrıca, psikoloji ve teolojiyle ilgilenenlerin de merakla okuyacağı ilginç bir roman “Centuria”.

Bülent Usta (Varlık Dergisi, Nisan 2007)

0 yorum: